Engin Başaran, Tüketici Uzmanı, Onursal Başkan
Tüketiciler Derneği (TÜDER), engin4basaran@gmail.com
Dünya hızla değişiyor. Türkiye de hızla değişiyor. Üretim/tüketim biçimleri ise bu değişimin ana etkeni. Yemyeşil, gür ormanların, vahşi doğanın tüm ihtişamıyla yaşadığı ve ırmakların/nehirlerin -içinde barındırdığı binlerce canlı ile- gürül gürül aktığı bir dünyadan betonların gökyüzünü deldiği, kapkara dumanların masmavi gökyüzüne yükseldiği, ırmakların/nehirlerin önünün kesildiği, yollarının değiştirildiği bir dünyaya evrildik ve yetmedi; şimdi de diğer gezegenlere ulaşmanın çabasını vermekteyiz.
Tüketiyoruz! Dünyayı, doğayı, insani değerleri demir çarklar arasında hesapsızca tüketiyoruz; çoğu kez geri dönüşsüz bir şekilde! İsteklerimizin sonu yok, yeni/yepyeni ihtiyaçlar yaratılıyor; her geçen gün biraz daha çok istiyoruz. Tüketmek için tükenerek yaşıyoruz! Dünya’daki tüm olumsuzluklar (açlık, savaş, doğal afetler) hep bu tüketmek, daha fazlasına/daha iyisine/daha güzeline sahip olmak hırsı nedeniyle yaşanmakta ve üretim/yönetim biçimleri de buna göre şekillenmekte.
İşte bu noktada ekonomi; dünyanın, toplumların, ülkelerin ve bireylerin dünyasına giriyor!
Ekonominin kural ve kurumlarıyla daha paylaşımcı daha doğru işletildiği ülkelerde barışın, huzurun, özgürlüğün ve refahın; ekonominin tüm kurum ve kurallarıyla iyi işletilmediği yerlerde ise savaşın, açlığın, kavganın, eşitsizliklerin hüküm sürdüğü bir sürecin yaşandığı da açıkça görülüyor. Türkiye’ye bakıldığında; içte ve dışta barışın ne kadar tehlikede olduğu, gelirin ne kadar hakça paylaşılmadığı, huzur ve güvenin ne kadar azaldığı, özgürlüklerin ne kadar kısıtlı olduğu anlaşılacaktır; bu da ekonominin iyi yönetilmediği anlamına gelecektir. Çünkü sonuçta her şeyin gelip ekonomiye dayandığı görülecektir.
Son yıllarda ülkemizde ekonominin lokomotifi “İnşaat Sektörü” seçilmiştir! Altyapı yatırımları yanında konut sektörüne de ağırlık verilmiş; iyi planlanmamış politikalarla ve el yordamıyla bugünlere gelinmiştir. Günümüzde ekonomik, siyasal ve sosyal değişimler hızla sürerken 3,5 milyon mülteci üretimimize değil tüketimimize ortak edilmiş ve çok az olan/olmayan refah paylaşımımıza ortak olmuştur.
Türk Lirası’nda ciddi bir değer kaybı var. Çekirdek enflasyon % 12,64’e ulaşarak tarihi zirvesini yapmıştır. Mayıs ayı ortasında akaryakıt fiyatlarının, ÖTV indirimleri yoluyla sabitlenmesi kararına karşın, enerji enflasyonu aylık %1,7’ye ulaşmış ve yıllık bazda %8,3’ten %12,0’ye yükselmiştir. Tüketici Güven Endeksi, Haziran ayında yine 100’ün altında, 70,3 seviyesinde gerçekleşmiş (Haziran 2018), kapasite kullanım oranları düşmüş ve reel sektör güveninin azalmasıyla birlikte potansiyel bir yavaşlama yaşanmaya başlanmıştır. Bu olumsuzluklar en çok inşaat sektörünü vurmuş ve İnşaat Sektörü Güven Endeksi de Haziran’da yüzde 2,1 gerilemeyle düşüş trendini tarihinin en düşük seviyelerine taşımıştır. Kısacası ekonomide ciddi bir yavaşlama mevcut ve kriz kapıda. Bu nedenle inşaat sektörünü canlandırmak isteyen hükümet, Ziraat Bankası ve Halkbank’ı devreye koyarak konut kredisi faizlerini %1’in altına çektirmiştir. Buna rağmen, geleceğe dair kaygı ve güvensizlik, bu yapay önlemlerle giderilemeyecek boyutta olduğu için söz konusu önlemler beklenen sonucu vermekten uzaktır ve konut satışları durma noktasına gelmiş bulunmaktadır.
Türkiye’de hukukun/adaletin iyi işleyeceği, özgürlüğün/hakların korunup kollanacağı, ekonominin bağımsız olacağı ve gelirin hakça paylaşılacağı bir düzenin getirilmesi yanında tüketicilerin alım gücünün artırılmasına yönelik politikalara ihtiyaç olduğu açık bir gerçektir. Bu noktada (dip noktası?) her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de yeni şeyler söyleme ihtiyacıyla çağdaş pazarlama gereği tüketicinin -içinde bulunduğu ekonomik koşulları da göz önünde bulundurarak- istek ve ihtiyaçlarını iyi belirlemek ve buna göre konut üretmek gereği ortaya çıkmıştır.
Tüketicinin günümüzde “ahlaksız vergiler” diye adlandırılabilecek vergilerle yükü çok ağırlaştırılmıştır. Enerji faturaları, gerek dolaylı vergiler gerekse ek masraflarla patlama noktasında şişirilmiş, alım gücü çok azalmıştır. Günümüzde tüketicinin en önemli sorunu geçimdir ve konut alımında da bu konuya odaklanmaktadır. Artık beyaz/elektronik eşya satın alırken bile tüketici fiyatından önce ürünün ne kadar elektrik/su harcadığını sorguluyor. Günümüzde tüketicinin konut satın almada da en önemli kriterinin konutun fiyatından çok satın alındıktan sonraki maliyetinin olduğu açık bir gerçektir artık. Tüketiciler artık konut alımında daha az metrekareye sahip, kullanışlı, enerji dostu malzeme ile inşa edilmiş ve az su/elektrik harcayan araç/gereçle donatılmış; ısınma/soğutma/aydınlanma/pişirme maliyeti en az olacak konutlara yönelmektedir.
Tüketicinin bu talebi çok iyi değerlendirilmelidir: Hükümet/yerel yönetimler ve sektör yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeli; enerjisini kendi üreten, çöpünü değerlendiren ve böylece ikamet maliyetlerini düşük tutan konut üretimine ağırlık vermelidirler. Aynı zamanda doğa dostu da olan bu tür konut üretimiyle, daha çağdaş daha yaşanabilir mahalleler, kentler yaratılmış olur ki hepimizin tercihi de bu yöndedir.