Yavaş Yavaş Ölüp Giderken…

Prof. Dr. Erdem Kaşıkçıoğlu, İç Hastalıkları, Kalp-Damar Hastalıkları, Spor Hekimliği Uzmanı, ekasikcioglu@gmail.com


Şu anda duyduğum sözlü melodiyi duymadığınızı söylemeyin bana. “…dünyada ölümden başkası yalan…” Sizler duymadığınıza göre deliriyor olmalıyım. Ölüm de nereden ağzıma dolanıp durdu. Bilmiyorum ama… Şu ana kadarki ömrümün tek bir saniyesinde bile aklımdan çıkıp giden bir şey değil ki! Belki de, sürekli ölümün kıyısında adımlayan hastalarımdan bana miras kalan en büyük sıkıntı ve öğreti… Haklı olarak, bütün bunların bizimle ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. Şu anlarda en güzel sahillerde meltem rüzgârlarına yüzünüzü çevirdiğinizi hayal ederken bilinç altından fokurdayan kıskançlıkla karışık bir duyguyla sizin ruhunuzu daraltmak amacıyla bütün bunları yazmış olabileceğimi de inkâr etmiyorum. Bütün bunlara rağmen, ölüm konusu en az benim kadar sizi de ilgilendiriyor. Fark etmeden ve de ettirmeden ölüp gidiyoruz. Bu sözcüğü en çok doktorlar kullanır diye düşünürüz ama aksine günlük yaşamlarınızda her birimiz sıklıkla kullanmaktayız: “Zavallı, genç yaşta ölüp gitti”, “Ölüm hiç de yakışmadı”, “Gözü arkada kalarak öldü”, “Sürünerek öldü”.

Şimdilerde ömür süreleri uzarken, en çok da sürünerek ölmekten korkar birçoğumuz. Sürüngen ölümü. Hâl böyleyken yaşama ne demeli? İnsanoğlunu, türler sınıflandırmasına göre memeli grubuna dahil etmişler ama doğrusunu söylemek gerekirse pek de uymamış görünüyor. Mevcut yüzyılda insanın sürüngenler familyasının en omurgasız türlerinden birisi olduğuna dair hissiyatımı paylaşmadan geçemeyeceğim; postürlü yaşamını giderek kaybetmesinin bir sonucu olarak insan sıklıkla sürünerek ölmeye mahkûm kalmaktadır. Çağımızda, hırslarına yenilmiş olan bireyler bedenini gölgesinin arkasından sürükleyerek yaşamaya çalışırken başka türlü bir sonuçla da karşılaşılabilmesi mümkün görünmemektedir.

Yavaş yavaş ölür gider insan normalde, işin doğasına uygun şekilde diğer canlılarda olduğu gibi. Ölüm, her insan bedenin en küçük ve en ücra noktasındaki hücresinin genetik kodlarıyla bağlantılı ve karmaşık bir şekilde işleyen biyolojik süreçtir. Bu süreç, bir elmanın çürümesi gibi son nefesle birlikte doğanın başka bir kimyasal tepkimesi ve dönüşümü için toz bulutuna karışarak son bulur. Son yılların en ilgi çekici bilimsel konularından birisi de ölümün karmaşık düğümünü ayıklama çalışmalarıdır. Bu süreci yaşam devam ederken durdurabilme şansı şimdilik görünmüyor. Fakat insanın bilerek ya da bilmeyerek yaptıklarıyla bu süreci hızlandırıyor olması gerçeği en kritik nokta. Nasıl mı? Stres, dışarıdan aldığımız kimyasallar, kirli hava, radyasyon, sigara, kötü beslenme, hareketsizlik… Sayısı artırılabilecek bu etmenlerin her birisi, tek bir hücre ölümünü hızlandırırken bedenin ölüm sürecini de kolaylaştırmaktadır. Bütünsel bir zarar olarak; kanser, kalp-damar hastalıkları, felçler, kronik hastalıklar ve daha sonrasında da ölüm sıklığında artış olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ne yapabiliriz? Günlük yaşamımızda programlanmış hücre ölümünü değiştirebilecek birçok örnek verebiliriz. Üç kötü bileşeni mümkün olduğunca yeniden en zararsız hale getirmek gerekir: stres, sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam. Bu üçlünün dışında yaşam alanlarında soluduğumuz ve kullandığımız her ürünün güvenirliğini titizlikle kontrol etmek gerekir. Kullandığımız bir duvar boyası, seyreltici kimyasallar, zeminlerde kullanılan plastik malzemeler, duvar ve zemin yapıştırıcıları sıcaklığın etkisiyle bambaşka bir zararlı etkiye dönüşebilir. Bahçelerimizde ot ve haşere öldürmek için kullandığımız ilaçlar, yaz aylarında sinek ilaçlamaları için kullanılan konsantrasyonu bilinmeden yapılan ilaçlamalar… Ne yazık ki dokunduğumuz, kokladığımız, yediğimiz birçok maddeye şüpheyle yaklaşmak gerekir.

Birçok madde diyorum; çünkü pek çok kimyasal ürün insana zararsız diye sunulup sertifikalandırılırken, bu maddelerin ani bir şekilde insan ölümüne sebep olmadığına dair kanıtlar ve/veya varsayımlardan yola çıkılmaktadır. Bu çalışmalarda kullanılan deney hayvanlarının ya da bitkilerin yarısını öldüren dozun insana zarar vermeyeceği kabul edilmektedir. Ama işin doğrusu, uzun süreli değişken konsantrasyonlardaki maruziyette insan sağlığına etkisi açısından birçok madde için “zararsızdır” diyebilmek mümkün değildir

Yeterince moral bozucu bir yazı olduğunu düşünerek hücrelerimizin giderek hızlanan ölümlerini yavaşlatmak için ne yapabilir konusunda birkaç öneri getirmekte fayda olacaktır:

Maddi imkânlar iyiyse (hırslarınızı bir kenara itip) köyünüzde ya da daha fazla mutlu olabileceğiniz bir alanda organik tarımla uğraşılmalı (çoğunuzun yapamayacağını biliyorum o sebeple diğer önerileri okuyun).

Nitritli, koruyucu ilaveli gıdalar mümkün olduğunca kullanılmamalı.

Elektromanyetik alan ve radyasyon aktivitesi fazla olan alanlardan uzak durulmalı. Telefonlarınız çekmediğinde panik olunmamalı, tam tersine sevinilmeli.

Uçuşan kimyasallar haline gelen boya ve plastik maddeler fazla güneş gören alanlarda kullanılmamalı.

Mümkünse yaşam alanlarında hobi bahçelerinin oluşturulmalı, organik ürünler yetiştirilmeye çalışılmalı.

Yürüyüş için uygun parkurların ve kaldırımların yapılması için ısrar edilmeli. Her koşul ve şartta günde en az yarım saat kadar yürüyüş yapılmalı.

“… Yalan…Ölümden başkası, yalan!”

Mırıldanarak dinlemeye devam ettiğim müziği duymuş olmanıza sevindim. Her insanın annesinin rahmindeki ilk kalp atışıyla birlikte başlamış olan ölüm süreci sürünerek sonuçlanmamalı. Her insan, hangi yaşta olursa olsun sırmalı hayal sandığını karıştırmaya devam ederken, mutlu bir omurgalı olarak ölmeli. Mutlu olmanın tılsımının, yine insanın kendi içinde saklı olduğunu kabullenerek…


bi_özet gayrimenkul |Ağustos 2019

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s